Yazanlarda |
|
hasanoktem Admin Group
Katılma Tarihi: 10 eylul 2006 Gönderilenler: 2837
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
iBRAHİM KARAGÜL:İRAN SÜRPRİZİNE UYANMAK
ABD, ilan ettiği “Şer Ekseni”nin tuzağına mı düşüyor? Daha doğrusu, ölçüsüz ve düşüncesiz politika belirlemenin bedelini mi ödemeye başladı? Kuzey Kore, İran ve Irak'ı hedef alan bu politika beş yıl sonra ABD'ye çok da bir şey kazandırmış görünmüyor. Dahası, bu “haydut devletler” Washington'ı tahmin edemediği bir sınav stresine soktular hatta gücü ile alay eder hale geldiler. Kuzey Kore 9 Ekim'de ilk nükleer denemesini yaptı. ABD bunu engelleyemedi.
İran uranyum zenginleştirmeyi durdurmuyor ve hızla nükleer güç olmaya doğru gidiyor. ABD ve müttefikleri şu ana kadar İran'a karşı son derece etkisiz kaldı. Irak işgal edildi ama üç buçuk yıldır kontrol altına alınamadı. Muhtemelen uzun vadede bu ülke üzerinde denetim kurulamayacak.
ABD ve müttefikleri şimdi hangi ülkenin yeni bir Kuzey Kore sürprizi yapacağını sorguluyor. Bir sabah İran'ın nükleer denemesiyle karşı karşıya kalabileceğini düşünüyor. İran devriminin dünyayı şok etmesi gibi, ikinci bir şokla karşılaşmamayı umuyor.
28 milyonluk aç nüfusu, son derece baskıcı rejimi, dünyadan izole olması bir tarafa, K. Kore'nin nükleer denemesi, tahminlerin çok ötesinde sarsıntılara neden olacak. Bugüne kadar yaptırımlara direnebilen bu ülke, askeri/güvenlik anlamında dokunulmazlık zırhına bürünmek üzere. Washington'ın Doğu Asya'daki iki önemli müttefiki olan Japonya ve Güney Kore gerçekten tehdit altında. Ortadoğu/Hazar çevresindeki büyük krizin bir benzeri Doğu Asya'da patlamak üzere. Orta Asya'daki Rus-Çin dayanışması, İranlı Şanghay Bloku ABD ve müttefiklerine ağır darbeler vururken, Rusya-Çin-Hindistan üçgeninde ekonomik ve askeri açıdan büyük bir Asya gücü oluşurken, dünya ekonomisinde Batı tekeli zayıflayıp bölge, dünyanın yeni ağrılık merkezi olarak öne çıkarken ve ABD Ortadoğu'ya bu kadar batmışken, birkaç yıl sonra nasıl bir dünyada yaşayacağımız konusunda ön kabullerimizi tekrar gözden geçirmemizde fayda var.
K. Kore'nin Temmuz ayında test ettiği nükleer başlık takılabilen Taepodong füzeleri Alaska'yı vurabilecek kapasitede. Şimdi, ikinci sürprizin bu füzelere nükleer başlık takılması olabileceği belirtiliyor. Böylece ABD, Japonya ve Güney Kore, nükleer başlıklı Taepodong füzelerinin menzili içine girmiş oluyor.
Bu gerçekten hareketle Japon milliyetçiliğinin ve silahlanmasının hızlanacağını söyleyebiliriz. Yeni bir Kore krizinin şimdiden patladığını söyleyebiliriz. K. Kore'nin nükleer know-how ihraç etme konusunda istekli olmasının, ABD'nin tehdit ilan ettiği ülkeler için yeni fırsatlar oluşturacağını, bunun da dünyanın bir çok bölgesinde nükleer silahlanmayı artıracağını, nükleer denetimin Batı'nın kontrolünden çıkacağını ve dünyadaki güç dengesinin önemli ölçüde sarsılacağını söyleyebiliriz.
Sürpriz bu kadarla sınırlı değil. Washington, neoconlarla işbirliği içindeki Moon tarikatına mensup Güney Kore Dışişleri Bakanı Ban Ki-moon'u BM Genel Sekreteri seçtirdi. Böylece Güney Kore, ilk kez dünya diplomasisinde çok önemli bir mevzi kazanmış oldu. K. Kore ise, bu atağa nükleer denemeyle cevap verdi. ABD'nin havası bir anlamda sönmüş oldu.
Şimdi bütün gözler, sanıldığı gibi K. Kore üzerinde değil, İran üzerinde. Acaba İran ne yapacak? Tahran yönetimi, merkez güçlerin bu ülkeye nasıl bir yaptırımla cevap vereceğini dikkatle izliyor. Muhtemelen nükleer güç olma yolunda aynı yöntemi izleyecek. ABD'nin nükleer bir güce karşı ne kadar çaresiz kaldığını görecek. George Bush'un açıklaması bu açıdan son derece ilginç: “Kuzey Kore, İran ve Suriye'ye en çok nükleer teknoloji transfer eden ülke.” İran'ı biliyoruz da, Suriye nereden çıktı?
Rusya, Çin ve Avrupa, İran'a askeri müdahaleye karşı. Ambargoya da. ABD'nin diplomasi ile bir sonuca ulaşma şansı yok. Tahran, nükleer teknolojiye karşı Asyalı güçleri petrol ve doğalgazla doyuruyor. Onların da, büyüyen ekonomileri gereği, en çok ihtiyaç duydukları şey enerji.
ABD ve İsrail şimdi şunu düşünüyor: “Kuzey Kore'yi engelleyemedik. İran da aynı yoldan bizi şaşırtırsa yapacak hiçbir şeyimiz kalmaz. Bu nedenle İran'ı, bu güce ulaşmadan, engellemek zorundayız.” Öteden beri, birçoklarının inanmadığı askeri seçenek, bir kez daha karşımıza çıkıyor. Gerçekten de, nükleer güce ulaştıktan sonra İran'a karşı ABD'nin elinde hiçbir koz kalmıyor. Bugünlerde Türkiye, S. Arabistan, Ürdün ve Mısır'ı İran'a karşı kışkırtmaya yönelik ABD politikalarını dikkatle izlemeyi öneriyorum. Ortadoğu'da oluşturulmaya çalışılan yeni blok, sadece Büyük Ortadoğu Projesi çalışması değil. Yepyeni bir cephe kuruluyor.
K. Kore, Doğu Asya'yı büyük bir kamplaşmanın girdabına sürükledi. Ama asıl Ortadoğu'daki krizi tetikledi. ABD, İsrail ve İngiltere'nin, bölgesel müttefikleriyle birlikte İran'a karşı çok daha sertleşeceklerini göreceğiz.
Washington 1979'da İran'ı kaybetti ve büyük bir şoka uğradı. İkinci bir İran şoku yaşamamak için mantık kurallarını tersine çevirecek ölçüde ölçüsüz hareket edecektir.
Yeni Şafak Gazetesi
(Haksöz-Haber - Çarşamba, Ekim 11, 2006)
|
Yukarı dön |
|
|
hasanoktem Admin Group
Katılma Tarihi: 10 eylul 2006 Gönderilenler: 2837
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Ahmet Varol: Siyonizm karşısında gevşememek
|
|
Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur: “Şüphesiz Allah size pek çok yerde ve Huneyn gününde yardım etti.
O gün çokluğunuz sizi böbürlendirmiş, ancak bunun size bir yararı olmamıştı ve bütün genişliğine rağmen yeryüzü size dar gelmişti. Sonra da bozularak arkanızı dönüp çekilmiştiniz. Sonra Allah, Peygamber'ine ve mü'minlere güven duygusu (sekinet) verdi, sizin görmediğiniz askerler indirdi ve inkâr edenleri azaplandırdı. Kâfirlerin cezası işte budur.” (Tevbe, 9/25-26) Beyhaki'nin Delâil'de Rebi' ibnu Enes'ten rivayet ettiğine göre Resûlullah (a.s.), Mekke'nin fethinden sonra Havazin ve Sakif kabileleriyle çarpışmak üzere on iki bin askerle Taif tarafındaki Huneyn vadisine geçti. Bu karşılaşmada müşriklerin sadece dört bin adamları vardı. Bunu gören bir Müslüman (veya bazı Müslümanlar): "Bu kadar az bir topluluk karşısında yenilgiye uğramayız" dedi(ler). Bu tür konuşmalar Resûlullah (a.s.)'ın hoşuna gitmedi. Daha sonra iki ordu karşılaşınca ilk etapta Müslümanlar şiddetli bir saldırıda bulundular ve müşrikler kaçmaya başladılar. Ancak daha sonra müşrikler yeniden toparlanarak Müslümanların üzerlerine saldırdılar ve bu kez Müslümanlar dağıldı. Daha sonra Yüce Allah'ın yardımıyla Müslümanlar yeniden toparlandılar ve müşrikleri yenilgiye uğrattılar. Burada anlatılmak istenen, başarının sayı çokluğuna değil, Yüce Allah'ın yardımına bağlı olduğudur. Mesele her zaman sayı çokluğu veya azlığıyla da ilgili değildir. Hiçbir başarıda ve üstünlükte Yüce Allah’ın yardım ve desteğini dikkatten kaçırmamak gerekir. Ayrıca asıl ulaşılması gereken ideali her zaman canlı tutmak ve ona giden yoldaki başarılarla avunarak azmi elden bırakma yanılgısına düşmemek gerekir. İslâm âleminin işgalci siyonizmle mücadelesindeki asıl ideali bu musibete son vermek ve işgal altında tutulan kutsal beldeyi özgürlük ve bağımsızlığına kavuşturmaktır. Bu ideale giden yolda elde edilen başarılar gevşemeye değil, azim ve kararlılığı güçlendirmeye vesile olmalıdır. Çünkü bu başarılarla ümidin yeşermesi mümkün olacaktır. Siyonist devletin Lübnan’da hezimete uğratılması işgal altındaki Filistin’de esaret altında yaşayanlar için ümit kaynağı olduysa da Siyonistlerin onlara karşı tutumlarını değiştirmedi. Hatta bir değişiklik varsa o da Filistinli halka yönelik şiddet ve vahşetin dozajının artırılmasıdır diyebiliriz. Siyonist devlet bu yolla hem Lübnan’daki yenilginin acısını çıkarmayı, hem de kendisinin yıpranan tehdit gücünü onarmayı amaçlıyor. İşgal devleti Filistin’de İslâmî hareketin oturmasını ve uluslararası çapta kabul görmesini istemiyor. Çünkü o durumda Filistin davasında karşısına Siyonist işgali reddeden ve onu meşrulaştırmayı kesinlikle kabul etmeyen bir hareket geçmiş olacak tümüyle. Bir yandan böyle bir sonuçla karşı karşıya gelmenin önüne geçmek için yoğun çaba harcarken bir yandan da bu sonucun reddi imkânsız bir vakıa olması haline karşı hazırlık yapmaya çalışıyor. Filistin’deki İslâmî hareketi, İsrail işgalini onaylamaya zorlaması böyle bir sonucu artık realite olarak görmek zorunda kalma noktasına gelme hazırlığı olabilir. Ulusal ittifak hükümeti oluşturma çabalarındaki görüşmelerin tam kuyruğa gelindiği sırada tıkanması, bu noktada sürekli HAMAS’ın önüne “İsrail’i tanıma” şartı konmasından kaynaklanıyor. Aslında pazarlık edenlerin bunda çok ısrarlı olduklarını sanmıyoruz. Ama içine girecekleri ittifakın dış güçlerin de onaylayacağı bir ittifak olması için bu şartın kabul edilmesinin zorunlu olduğunun kendilerine telkin edildiği kanaatindeyiz. Siyonist devlet de söz konusu realiteyi kendi açısından risk oluşturmayacak noktaya çekebilmek için çağdaş literatürde “uluslararası toplum” olarak nitelendirilen “uluslararası baskı güçleri”nin onayını kendi hesabına değerlendirmektedir. Kendini “uluslararası toplum” olarak kabul ettirmek suretiyle emperyalist planlara meşruiyet kazandırma politikalarının global altyapısını oluşturan çağdaş emperyalizm, Siyonist devleti zorlayan realiteyi onun istediği noktaya çekme çabalarında başarılı olamayınca işgalcilerin savunmasız insanları hedef alan insanlık dışı saldırılarının önünü oldum olasıya açıyor. Siyonist devlet bundan cesaret alarak son günlerde özellikle Gazze’deki savunmasız insanların üzerine füzeler yağdırdı, yıkımlar yaptı ve önemli katliamlar gerçekleştirdi. Sözde “uluslararası toplum”un dikkatinden kaçan veya görmezden geldiği bu katliamlar, saldırılar ve arka planları hakkında inşallah müteakip yazımızda bilgi vermeye çalışacağız.
Vakit Gazetesi
(Haksöz-Haber - Çarşamba, Ekim 18, 2006) |
|
Yukarı dön |
|
|
hasanoktem Admin Group
Katılma Tarihi: 10 eylul 2006 Gönderilenler: 2837
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selahaddin Eş Çakırgil: Ortadoğu’da, ‘modern zamanlar firavunu’ da ‘çıkmaz’da!..
|
|
Amerikan Başkanı Bush, ‘dünya liderliği’yle bile yetinmeyip, kendisini bir ‘modern zamanlar fir’avunu’ halinde görmeye, ‘kainat/ evren lideri’ de sanmaya başlamış bulunuyor ve ‘fezânın, Amerikan menfaatlerine aykırı olarak kullanılmasına müsaade etmiyeceklerini, fezâda özgür hareket etmelerinin büyük önem taşıdığını’ açıklıyor.. Ama, onun bu güç gösterisi ve hattâ gücetaparlığı, Ortadoğu’da, ‘çıkmaz’a saplandığını gizlemeye yetmiyor.. Nitekim, dün de, ‘Irak ile Vietnam arasında bir benzerlik kurulabileceği’ni ilk kez kabul etmek zorunda kaldı.. Etkili ingiliz gazetesi Financial Times’ın internet sahifesinde 17 Ekim günü de, ‘Amerika’nın Ortadoğu’daki egemenliğinin zevale yüztuttuğu’ vurgulanıyordu. Sözkonusu yazıda, 1800’lerin başında, Napoleon’un Mısır’a bir fâtih gibi çıksa da, sonra perişan bir şekilde geri çekilmek zorunda kaldığına değiniliyor; ayrıca Osmanlı Devleti’nin çökmesinden sonraki 80 yıl boyunca da, Ortadoğu’nun iç sebata erişemese bile, dışardan gelen güçlerin de başının beladan kurtulamadığı anlatılıyordu..
Evet, Bush’un ve bütünüyle Amerikan emperyalizminin bir ‘çıkmaz’da olduğu açık.. Geçmişte, hep ‘Afganistan ve Irak’ta Tanrı’dan emir alarak hareket ettiğini’ söyleyen ve ‘İslam faşizmi’ gibi terkibleri bile icad eden Bush’un, 18 Ekim günü, Amerikan Fox News televizyon kanalında, ‘Ortadoğu'daki çatışmaların Hıristiyanlık ile İslam arasında bir çatışma olarak görülemiyeceği’ni söylemek noktasına gelmesi bile, onun içinde bulunduğu ‘çıkmaz’ı sergiliyor.. Bush, ‘Müslüman dünyasının insanları ABD'de ne olup bittiğine bakmalı. Amerikalı Müslümanlara kucak açtık, istedikleri gibi ibadet etmekte özgürler.. Ortadoğu'da olup bitenler, büyük bir dinin özünü kendi hırslarını tatmin etmek ve öldürmek için bozan insanların çatışmasından kaynaklanmaktadır..’ demiş.. Bush, ibadet özgürlüğünü tanımayı bile bir ‘lûtuf ‘ olarak sunuyor.. Halbuki, İslam, bunu14 asır öncesinden beri bir ‘hakk’ olarak tarif ediyor..
‘Kökten dincilerle mücadele etmenin ve bu kökten dincilerin karanlık dünya görüşünün panzehiri olarak ılımlı hükümetler kurulmasını teşvik etmenin Ortadoğu siyasetinin iki büyük ilkesi olduğunu’ söyleyen Bush, ‘İnancım bana destek oluyor. İnancım bana teselli ve güç veriyor..’ ifadesini de kullanıyor.. Ama, bu sözleri, kendisine karşı da aynı güçlülükte kullanılamaz mı?
Bush’un çizdiği bu tablo, siyonist yahudileri de derinden tedirgin etmiş bulunuyor.. Henüz 2 ay öncelerde, Lübnan’ı yakıp yıkan siyonist İsrail rejimi şimdi, Lübnan halkının hışmının geçmişte olmadığı derecede kendilerine yönelmiş olmasının dehşeti içinde, Lübnan’la ‘barış andlaşması’ yapmanın yollarını arıyor.. Ve amma, Lübnan Hükûmeti, ‘İsrail’le andlaşma imzalayacak son arab devleti biziz..’ diyor..
Bu vesileyle, her Ramazan’ın son Cuma günü tertiblenmekte olan ‘Kudüs Günü’ etkinliklerine de değinelim..
Filistin Mes’elesi, bütün müslümanlarının ortak mes’elesidir; -bazı arabçıların da zannettikleri gibi- sadece Filistinlilerin ve arabların mes’elesi değildir..
Nasıl ki, Yahudiler, 2 bin yıl vatansız olarak yaşarken, ‘Seni unutursam ey Jerusalem, ey Kudüs!’ mersiyelerini nesilden nesile ulaştırdıkları gibi; Müslümanlar da, Filistin ve Kudüs’ün kurtulması için, Kudüs’ün bir sembol ve stratejik dayanak noktalarından birisi olacağını; Kudüs’ün, mazlûmiyet ve haklılığımızın sembolü olduğunu unutmamalıdır..
Haksöz - haber 19 ekim 2006 |
|
Yukarı dön |
|
|
Alperen Admin Group
Katılma Tarihi: 09 nisan 2005 Gönderilenler: 2974
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Adını koyalım: Fiyasko
Irak'ta
işler iyice sarpa sardı. Bir bilimsel araştırmaya göre, ABD'nin askerî
operasyonu başladığından bugüne hayatını kaybeden Iraklı sayısı 600
binin üzerinde. Amerikan kamuoyu kendi kayıplarıyla daha fazla meşgul;
ama o rakam da artıyor: Sadece bu ay içerisinde 70'in üzerinde ABD
askeri çatışmalarda öldü. 11 Eylül'ün (2001) hemen ertesi günü
seslerini yükseltmeye başlayan “Derhal Irak'a savaş açalım” cephesi
çözülmeye başladı. Irak'ın Vietnam bataklığına benzediğini sonunda
George W. Bush da kabul etmek zorunda kaldı.
Savaş cephesinde yer aldığı bilinen tipler
arasından da “Yanılmışız, Irak'a askerî müdahale yanlışmış” diyenler
çıkıyor artık. Canını dişine takıp Irak'taki işgali başarılı kılmaya
çalışan subayların da sabırları tükeniyor. İngiliz Genelkurmay Başkanı
Gen. Richard Dannatt'nın “Askerlerimizi derhal çekelim, aksi halde
Irak'taki güvenlik sorununun altında kalırız” uyarısını Amerikalı
subayların benzeri açıklamaları izledi. Bush'un kamuoyu baskısı üzerine
gizlilik kaydını kaldırmak zorunda kaldığı rapor da aynı görüşte:
Irak'a açılan savaş ve devam eden işgal dünyayı teröre daha açık hale
getirdi...
ABD'de şu son bir-iki ay içerisinde çıkan
eserler (Size birkaç örnek: Peter Galbreith'ın 'The End of Iraq';
Thomas Ricks'in 'Fiasco: The American Military Adventure in Iraq';
Rajiv Chandrasekaran'ın 'Imperial Life in the Emerald City: Inside
Iraq's Green Zone'; Bob Woodward'un 'State of Denial'; Michael Isikoff
ve David Corn'un 'Hubris: The Inside Story of Spin, Scandal, and the
Selling of the Iraq War'; David L. Phillips'in 'Losing Iraq: Inside the
Postwar Reconstruction Fiasco') 'dünyanın tek süpergücü'nün kendini
düşürdüğü acınası durumu acımasızca sergiliyor.
Bugün gelinen noktada genel hatlarıyla
bilinenler şu: ABD'de savaş kararını veren kadro kimi ideolojik kimi de
dinî takıntılı kişilerden oluşuyor. Pentagon Beyaz Saray'ı peşine
takarak yönetti bütün süreci. Pentagon'da yuvalanan gözü dönmüş
siviller askerlerin savaşa dönük uyarılarını dinlemedikleri gibi
savaş-sonrası hazırlıklarında da ihmalci davrandılar. Karar alma
mekanizmasında bulunup da, Irak'ta işgal sonrası kapsamlı bir direniş
olabileceğini düşünen neredeyse kimse yoktu. Ülkeye demokrasi götürme
iddiasıyla yola çıkanlar, elektrik, su ve benzin gibi temel ihtiyaçları
temin edemediler.
ABD'nin Irak'taki durumunu en iyi yansıtan tek bir sözcük var: 'Fiyasko'...
Vietnam benzetmesi de tam bu noktada devreye
giriyor. ABD'nin Vietnam mâcerası için dönüm noktasını 'Tet saldırısı'
genel başlığı altında anılan bir dizi askerî harekât teşkil eder. O
harekâtta Vietnam'daki komünist güçler ağır yaralar aldı ama, yapay
başarı görüntüsüne rağmen “Vietnam'da yeniliyoruz” hissi 'Tet
saldırısı' sonrası Amerikan halkı arasında yayıldı. Bir tv mülâkatında
kendisine yöneltilen, “Irak'ta son zamanlarda şiddetini artıran
direnişi Vietnam'daki Tet saldırısına benzetenler çıkıyor, ne
dersiniz?” sorusuna, “Doğru olabilir” cevabını vermek zorunda kaldı
Bush.
“Geçmiş olsun” dememiz gerekmiyor.
Bu gelişmenin derhal göze çarpan fiilî
sonuçları var: Irak'ta ABD'nin işi iyi gitmiyor, ama olan-bitende adı
hiç geçmeyen İsrail'in etekleri zil çalıyor; ABD'nin yaşadığı 'fiyasko'
Irak'ı İsrail için bir tehdit olmaktan çıkardı çünkü. Süpergüç için
'İsrail'in piyonu' olarak görünmek hoş bir duygu olmamalı.
ABD'de seçmenler iki hafta sonra sandık başına
gidip oy kullanacaklar. Aslında, Amerikan halkını etkileyerek dolaylı
yoldan Iraklılar da oy kullanmış olacak ABD seçimlerinde. Bush
yönetimi, esas sıkıntıyı ise, seçimden sonra yaşamaya başlayacak.
İngiltere ve ABD'den yükselen “Askerlerimizi
Irak'tan çekelim” taleplerinin önümüzdeki günlerde daha da artması
beklenebilir. Asker-sivil ilişkilerinin kötüleştiği ülkemiz, umarım,
hemen yanıbaşımızdaki Irak'la ilgili bu gelişmeye hazırlıksız
yakalanmaz. Fehmi KORU - Yeni Şafak
__________________ Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
|
Yukarı dön |
|
|
hasanoktem Admin Group
Katılma Tarihi: 10 eylul 2006 Gönderilenler: 2837
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
İsrail'in vahşeti belgelendi |
The Independent gazetesine göre, bilim adamları İsrail'in kullandığı bombaların açtığı kraterlerden örnekler aldı. Yapılan tahliller korkunç bir gerçeği günyüzüne çıkıyor. |
28 Ekim 2006 13:42 |
|
The Independent gazetesine göre, bilim adamları İsrail'in kullandığı bombaların açtığı kraterlerden örnekler aldı. Yapılan tahlillerden korkunç bir gerçeğin ip uçları gün yüzüne çıkıyor.
İsrail'in Lübnan savaşında kullandığı bombaların açtığı kraterlerden alınan toprak örneklerinde yapılan incelemelerde radyoaktivite saptandı.
İngiliz The Independent gazetesinin haberine göre, bilim adamlarının bu toprak örneklerinde yüksek radyoaktivite saptaması, İsrail'in Lübnan'da uranyumlu bombalar kullandığını düşündürüyor.
Haberde, İsrail bombalarının açtığı 2 kraterden alınan örneklerin, ayrıntılı inceleme için İngiltere'nin güneyindeki Harwell laboratuvarına gönderildiği belirtildi.
Habere göre, İngiltere Savunma Bakanlığı da örneklerde yüksek miktarda uranyum izotopu bulunduğunu doğruladı.
Haber7.com 28 Ekim 2006
|
|
|
Yukarı dön |
|
|
hasanoktem Admin Group
Katılma Tarihi: 10 eylul 2006 Gönderilenler: 2837
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
ES SADR'DAN VASİYET GİBİ MEKTUP!
|
|
Mukteda El Sadr, bağlılarına gönderdiği vasiyet gibi mektupta, dağılmamalarını, birlik ve beraberlik içinde olmalarını tavsiye etti.
Irak'ın önde gelen din adamlarından Sadr, ABD ve Irak kuvvetlerinin yaptığı saldırılar sonucunda tutuklanabileceğini ya da öldürülebileceğini belirterek, taraftarlarından birlik ve beraberlik örneği sergilemelerini istedi. Kendi yandaşlarını birleşmeye ve dağılmamaya çağıran dini lider, Şiiler ya da Şiiler ile Sünniler arasında iç savaşın çıkmamasına çalışmalarını isterken, fitne çıkaranlara meydan bırakmamaları çağrısında bulundu. Sadr taraftarlarına, 'işgalci' ABD Ordusu'nun, kendisine karşı askeri ve medyatik bir savaş başlattığını da ifade ederek, "Herkes bilsin ki, tek düşmanım işgalciler ve onlara tabi olanlar. Eğer öldürülürsem ya da tutuklanırsam veya sizlerden uzak düşersem dininize ve mezhebinize bağlı kalın ve Irak'ınıza sahip çıkın" dedi.
(Haksöz-Haber - Salı, Ekim 31, 2006) |
|
Yukarı dön |
|
|
hasanoktem Admin Group
Katılma Tarihi: 10 eylul 2006 Gönderilenler: 2837
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
ibrahim Karagül: İran'a saldırı tatbikatı mı?
|
|
Daha önce de sormuştum: Doğu Akdeniz'deki devasa askeri yığınağın sebebi ne? Lübnan'ı tamamen kontrol etmenin çok ötesinde deniz gücünün biriktiği bölgede İsrail savaş uçaklarının Alman gemilerine ateş açmasından daha önemli gelişmeler yaşanabilir. ABD savaş filolarının yanı sıra Avrupa ülkeleri D. Akdeniz'e, 2. Dünya Savaşı'ndan sonraki en büyük askeri yığınağını yaptı. 75 savaş gemisi, casus uçakları, helikopterler taşıyan iki uçak gemisi, 15 savaş gemisi, binlerce asker ve bu sayı artıyor. ABD yüzlerce gemisiyle Doğu Akdeniz, Basra Körfezi ve Kızıldeniz'de toplanıyor.
ABD Başkanı George Bush'un Fransa Cumhurbaşkanı Jaques Chirac'a söylediği; “İsrail İran nükleer tesislerine önleyici saldırı yaparsa bunu anlayışla karşılarım” ifadesini son derece ciddiye almak gerekiyor. Ciddiye almamız gereken başka gelişmeler de var.
Yüzlerce Amerikan savaş gemisi Ortadoğu'nun stratejik sularında toplanmaya başladı. Bu hazırlığa paralel olarak bölgede iki önemli askeri tatbikat başlatıldı. İkisinin de amacı, İran nükleer varlığına yönelik saldırıya hazırlık ve petrol kaynaklarını korumak. Biri, uçak gemilerinin de katıldığı Arap Denizi'nde yapılan Malabar 06 adlı ABD-Hindistan ortak tatbikatı. Bu tatbikata katılan savaş gemileri, daha sonra Basra Körfezine gidecek. İran açıklarında ABD deniz filolarının başlattığı tatbikata katılacak. Operasyon kapsamında gelen askerlerin önemli bir bölümü, aylardır petrol ve doğalgaz platformlarını kontrol eğitimi alıyordu.
Tatbikatın bir diğer amacı da, bölgeye girecek nükleer malzemenin geçişini engellemek. Bu amaç, her ne kadar El Kaide'nin yakında S. Arabistan ve Körfez bölgesinde saldırı yapmasının önüne geçmek olarak ifade edilse de aslında doğrudan İran'ı hedef alıyor. Tatbikata katılmayan S. Arabistan bütün güçlerini alarma geçirdi. Dünyanın en büyük petrol terminalini barındıran bölgelerde olağanüstü önlemler aldı. Bu çerçevede askeri yığınak yapılan yerlerden biri de Kızıldeniz.
ABD'nin nükleer uçak gemisi USS Eisenhower da bu görevle Süveyş Kanalı'nı geçip 31 Ekim'de Kızıldeniz'e girdi. Şu Türkiye'de gazetecilerin davet edildiği, fotoğraflarının birinci sayfalarda yayınlandığı, hakkından övgüler düzülen uçak gemisi. Suudi Arabistan kıyılarında bekleyen bir diğer uçak gemisiyle buluştu. Bunlar olurken ABD'nin istihbarattan sorumlu ismi John Negroponte ise S. Arabistan, Mısır ve İsrail başkentlerinde görüşmeler yapıyor.
Doğu Akdeniz, Kızıldeniz ve Arap denizindeki askeri yığınak hayra alamet değil. Terör ihtimali, petrol ulaşımı ve Lübnan'da ateşkesin korunması gibi gerekçeler, devasa yığınağın sebebini yeterince açıklamıyor. Çünkü bütün bunlara göre oldukça orantısız bir güç birikimi var bu bölgelerde. Irak'ta ve Afganistan'da devam eden savaş da yeterli gerekçe değil. Bu ülkeler için çok özel araçlarla donatılmış mayın gemilerine ihtiyaç yok.
USS Enterprise, USS Iwo Jima, USS Nashville, USS Whidbey Island, USS Saipan ve daha bir çok savaş gemisi ve bağlı birimler Basra Körfezi'nde. USS Boxer, USS Dubuque, USS Comstock gibi gemiler ve bağlı birimler Hint Okyanusunda. USS Dwight D. Eisenhower ve bağlı birimler Kızıldeniz'de. Bütün bunlar ve binlerce asker el Kaide saldırısını engellemeye yönelik mi? Gülerler adama…
Bu gelişmeler İran'da gereken alarma yol açtı. Tahran, ABD ve müttefiklerinin tatbikatına karşı Çarşamba günü aniden kapsamlı bir tatbikat yapacağını açıkladı. “Büyük Peygamber” adı verilen ve Basra Körfezi ile Umman Denizi'nde yapılacak tatbikat on gün sürecek. Tahran ikinci bir sürpriz daha yaptı. ABD tatbikatının başladığı gün nükleer başlık taşıyabilen bir füzeyi denedi. 2 bin kilometre menzilli Şahap-3 füzesi hem İsrail'i hem de bölgedeki Amerikan güçlerini vurabilecek kapasitede.
Dünya petrol akışının yüzde 20'sinin yapıldığı Basra Körfezi diken üstünde. Her an öngörülmeyen bir gelişme yaşanabilir. Doğu Akdeniz, Basra Körfezi ve Kızıldeniz'de biriken stres bir şekilde patlayacak. Şaşırtıcı gelişmeler yaşayabiliriz.
Neden aynı senaryo olmasın!
Vietnam savaşı Ağustos 1964'te Tonkin Körfezi'ndeki bir destroyerine yönelik saldırı iddiasıyla başladı. Bu iddia üzerine ABD Vietnam'a saldırı kararı aldı. Ama zamanla ortaya çıktı ki, aslında böyle bir saldırı olmamıştı. Savaşı başlatmak için bir mizansendi. Bu senaryo milyonlarca Vietnamlının, on binlerce ABD askerinin ölümüyle sonuçlandı. Şimdi gözler Basra Körfezi'nde. Hazır iki taraf da askeri tatbikatlara girişmişken benzer bir senaryo yaşanabilir mi? Bir “kaza” meydana gelir mi? Başka bir ülke ABD hedeflerine saldırır suç İran'ın üzerine atılır mı? İsrail'in böyle bir senaryosu olduğuna inananlar bile var! ABD ya da İngiliz gemilerine yönelik bir saldırı neden benzer bir savaşa yol açmasın! Neden İran nükleer gücü böyle bir senaryo sonucu hedef alınmasın!
Olmaz demeyin! Güce dayalı politikalar, güvenlik stratejileri ve aptallık bu kadar öne çıkmışken olmayacak bir şey yok. Bush'un; “İsrail İran nükleer tesislerine önleyici saldırı yaparsa bunu anlayışla karşılarım” sözünü tekrar hatırlayalım….
(Haksöz-Haber - Cuma, Kasım 03, 2006) |
|
Yukarı dön |
|
|
hasanoktem Admin Group
Katılma Tarihi: 10 eylul 2006 Gönderilenler: 2837
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selahaddin Eş Çakırgil: Saddam idâmı haketmiştir de; cellâdı, daha mı az ‘kaatil’dir?
|
|
Saddam Huseyn, Irak’ın 1968-2003 arasındaki 35 yılına tahakküm eden -ve ismi, Diriliş, Rönesans, Yeniden Doğuş gibi ma’nâlara gelen- ‘Baas Partisi’nin en yetkili ve diktatör sembolü, hakkındaki yığınla katliâm da’vâlarının ilkinden; 1982’de Duceyl kasabasında 148 şiî müslümanı öldürtmek suçundan dün îdâma mahkûm edildi. Ki, Saddam duruşmalarda, onların ‘Devlet’e ısyan ettikleri için cezalandırıldığını ve ısyancıları cezalandırmanın her devlet için tabiî bir hakk olduğunu’ söylemişti..
Esasen, korkunç bir kaniçici olan Saddam, 1980-88 arasındaki 8 yıl süren ve her iki taraftan bir milyona yakın insanın öldüğü ‘İran- Irak Savaşı’nın başlatıcısı olması ötesinde, kendi ülkesi içinde de yüzbinlerin kaatili idi..
1958 Temmuzu’nda, Irak Kralı Faysal ve Veliahdi Abdulillah ve İngilizlerin ünlü uşağı Sadrâzam Nurî Said Paşa’nın -tam da bir resmî gezi için Ankara’da beklendikleri bir sırada,- kanlı bir ihtilalle idareye el koyan General Abdulkerîm Kaasım’a karşı, 1960 Şubatı’nda, henüz 18 yaşlarındayken suikasd tertib eden ve ama, mermiler Gen. Kaasım’ın kalbinin üzerinden geçtiği için başarısız kalmış eylemin ‘kahraman’ı da yine Saddam idi ve Suriye ve Mısır’a kaçarak kurtulmuştu.. Ama, Gen. Kasım’ın, 1963 Şubatı’nda, ‘Ayağımı yere sıkı basarım..’ diye mülâkat verişinden sadece bir gün sonra, bir askerî darbe ile devrilip, hemen tv. kameraları önünde canlı yayında kurşuna dizilerek öldürülmesinden sonra Saddam’ın dönüş yolu açılmıştı. Nitekim, Abdusselam ve Abdurrahman Ârif kardeşler’in 5 yıllık iktidarı, ‘arab kavmiyetçiliği + sosyalizm’ temeli üzerinde yükselen Baas ideolojisi’ne bağlı odakların desteğiyle askerî darbe yapan General Hasan el’Bekr eliyle noktalandığında, iktidara gelen kişi, gerçekte Saddam idi.. Çünkü, Saddam, Gen. El’Bekr’in yeğeni idi..
Şimdi, o kapana kıstırılmış bir canavar.. Ve ona bile acıyabiliyorum.. Çünkü, cellâdından daha canavar ve daha itibarsız değil.. Üstelik, ‘Korkak her gün ölür, yiğit bir kez..’ sözünü hatırlatacak şekilde oldukça da vakûr, dik duruyor.. Bu da, onun geçmiş korkunç zulümlerini bile unutturabilir, kitlelere.. Bu asîl duruşun, hep aşağılanmış arab halklarının derûnunda derin etkiler bırakacağı kesindir ve Saddam artık bir ‘arab kahramanı’dır! Ki, ben bile ona saygı duymasam bile, onu yargılayan celladı USA emperyalizminden daha şerefsiz saymıyorum..
Ancaaak, onun idâma mahkûm olduğunun açıklanması üzerine, Irak’da (şiî) arab ve (sünnî) kürd bölgelerinde halk kitlelerinin sevinçlerini de anlayışla karşılamak gerekir..
Çünkü, Irak Kürdistanı’ndaki yüzbinlerce insan, (ki, aralarında binlerce arab ve türkmen de olsa bile) büyük kitle olarak sırf ‘kürd’ oldukları için, onun eliyle ne büyük zulümlere, katliâm ve işkencelere mâruz kalmıştı.. 1988 Martı’nda Halebce’de 5 binden fazla (sünnî/kürd) halkı kimyasal gazlarla katletmesini bile gölgede bırakan ve 1991 Baharı’ndaki Amerika- Irak Savaşı’ndan sonra, Irak Kürdistanı’na yapılan kimyasal bombardıman dolayısiyle, onbinlerin dağlarda ölümünü, İran’a sığınanların 1 milyon 300 bin, Türkiye’ye sığınan insanların da 330 bin olduğunu düşünürsek, ne büyük facia yüklü tablolar yaşandığını daha iyi anlarız.. (Ki, Kerkük’lü bir aile, Adapazarı’ndaki ağabeylerinin ismen tanıdığı benim adresimi elde ederek bana kadar ulaşabilmişlerdi. Onların, perişan, aç, ve açıkta olarak ülke dışına çıkış yolunda, 2 yaşındaki çocuklarının kucaklarında açlık ve soğuktan öldüğünü ve donmuş toprağı ağaç dallarıyla ve elleriyle güçbela kazıyıp bir çukur açarak yüreklerinin parçasını oraya defnettiklerini anlatışları hâlâ da gözlerimin önündedir..)
Kezâ, şiî kitlelerin milyonlar halinde sığındıkları Güney Irak’daki bataklıklarda onbinler-yüzbinler halinde telef edilişinin acısını da duymalıyız, yüreğimizde..
Sırf Saddam’ın şerrinden kurtulabilmek için, yıllardır, değişik ülkelerde, ‘mülteci’ olarak, perişanlıklar içinde, ve gurbet hayatının en perişan sahnelerini yaşayan binler ve hattâ onbinlerce Irak’lı tanıdığım var ki, onlar şimdi, ‘Biz çektik, biraz da Saddam çeksin..’ diyemiyorlar.. Çünkü, ülkeleri işgal altında ve dehşetli bir ‘kaos’ içinde.. Dün onların Saddam’a karşı çıkışları İslam adına idi; ama bugün, ona vuracakları her darbe, Amerikan emperyalizminin işine yarayacak!. Ve bazı odaklar da, Saddam’ı tekrar başa getirmekten başka çıkış yolu olmadığını bile fısıldayabiliyorlar ve kitleler de bu durumu çaresizlik içinde kabule yatkın durumdalar, neredeyse..
Evet, Saddam tek kişi değil, Baas rejiminin 35 yıllık kanlı diktatörlüğü boyunca, Irak halkına yapılan en akıl almaz zulümlerin bir sembolü.. O sembol kırıldıktan, îdâm edildikiten sonra, durum düzelecek midir? Irak halkına onca zulümleri yapan o Basçı kadrolar ve adetâ buharlaşıveren 800 bin kişilik ordunun kalıntılarının, Irak’ın başına ‘saddamist’ yeni bir çorap örmeyeceklerini kim garanti edebilir?
Evet, problem burada.. Ama, daha da acîb’u garîb olan, Irak’da, 24 milyonluk nüfusun yüzde 80’ini oluşturan (şiî) arablar ile ve (sünnî) kürdler (ve Baas rejiminin aynı şekilde hışmına uğramış olan yarım milyon kadar şiî ve sünnî türkmenler) dışında kalan; yüzde 15’lik (3 milyonu aşkın) sünnî arab kesimin Saddam’a sahib çıkıyor durumuna düşmesi-düşürülmesidir.
Bir kavimler ve mezhebler mozayiği oluşturan Irak’da, hele de, son üç yıldır onca uğraşmalara rağmen, bir mezhebî ve hattâ kavmî farklılığa dayalı bir savaş ortaya çıkarılamamıştır. Ve (15 milyonluk) büyük ‘şiî arab’ kitle ile (5 milyonluk) büyük ‘sünnî kürd’ kitle arasında ciddî bir mezhebî veya kavmî siyasî - sosyal ihtilaf yoktur.. Ama, Saddam artıkları, ‘Hizb-ul’Ba’s’ (Baas Partisi) diktatörlüğünün 35 yıllık eğitiminden ve menfaat mekanizmalarından geçmiş kitleler ve hele de Ordu’nun halk içine dağılmış unsurları, işgalci Amerika’nın meydana getirdiği ‘kaos’tan bir fırsat ele geçirebilecekleri ihtimal ve ümidiyle hareket etmekteler. Bu taifenin kendilerini bugün ‘Baascı’ diye göstermeleri mümkün olmadığından, ‘sünnî’ olarak nitelemelerinden daha da büyük facia ise, onların ‘sünnîlik’ adına benimsenmesidir! |
|
Yukarı dön |
|
|
hasanoktem Admin Group
Katılma Tarihi: 10 eylul 2006 Gönderilenler: 2837
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selahaddin Eş Çakırgil: ‘Yeni Roma (USA) İmparatorluğu’ da; izmihlâle, çözülüşe geçerken..
|
|
Amerikan ara seçimlerini, zâhirde ‘Demokrat’lar kazanmışsa da, gerçekte ‘Bush karşıtı cebhe’ kazandı.. Bir yenilgi mümkün görülüyor idiyse de, yenilginin bu kadar ağır olacağını Bush ve çevresi beklemiyordu.. Bu yüzden, Bush bugün dünyada düne göre daha bir zayıf, itibarsız ve etkisiz.. Bunun önemli sonuçları da olabilir.
Ama, bu seçimlerin, Bush’un hezimeti’nden hemen sonraki en önemli bir diğer neticesi de Amerikan Parlamentosu olan Kongre’ye ilk kez bir ‘müslüman’ın da seçilmiş olması!.
Evet, Amerikan Kongresi’nin Temsilciler Meclisi’nde artık, 19 yaşından beri Müslüman olan ve 43 yaşındaki ‘Keith Ellison’ da Minneapolis temsilcisi olarak yerini almış bulunuyor.. Bu durumun, Batı dünyasını ‘İslamofobia’ (İslam karşıtlığı değil, İslam korkusu) konusundaki tereddüdlerinin boş olmadığı konusunda daha bir derinden düşündüreceği söyleyenebilir..
‘Tazyik olunan şeyin genişleyeceği’ şeklindeki fizik kanununun bazen sosyal hadiselerde de benzer sonuçlar verdiği, şimdi daha bir hatırlanacaktır.. İlk hristiyan/ İsevî müminler de o zamanın Roma İmparatorluğu’nun manyetik alanı içinde yaşayan halkların kalblerini öyle güle oynaya kazanmamışlar ve onyıllaaar boyunca nice zulüm ve baskılara mâruz kalarak, dağlar içinde oydukları mağaralarda gizlenerek ve amma oralarda bile, inançlarını terketmeyip; kayaları oyup mâbedler/ kiliseler yaparak ve amma, haklılıklarından asla tereddüde düşmeden toplumları derinden etkileyerek o neticeye ulaşmışlardı..
Esasen, Carter dönemi Amerikası’nın ünlü strateji uzmanlarından Zbiegniew Brjezinsky de, geçenlerde yazdığı bir yazıda, ‘Bush tarzı saldırgan siyasetin sürmesi ve Amerika’nın İran’a da saldırması halinde, Amerikan İmparatorluğunun tıpkı Roma İmparatorluğu gibi izmihlale, çözülüşe doğru yol alacağını ve 30 yıla varmadan dağılabileceğini’ bile sözkonusu etmişti.. (Hatırlayalım ki, 30 yıl öncelerde Sovyet Rusya İmparatorluğu’nun dağılacağı söylenseydi, çoğu kimse bunun hoş, ama boş bir temenniden öteye; bir halüsinasyon, bir hayâl görmek olacağını zannederdi, ama, o büyük maddî gücün yeller esiyor şimdi yerinde..)
Şimdi aynı ‘İslamofobia’, sadece Amerika’yı değil, bütün Batı dünyasını da yeniden ve daha bir derinden sarsabilir.. Asırlar içinde gelişerek övünülür hale gelen Batı hukuk normlarını çiğneyerek, bugün müslümanlara uygulanan ayrımcılık ve baskıların Batı toplumlarının kamuoylarında ‘güvenlik’ gerekçesiyle artık anlayışla karşılanmaya başlanması, bu korkunun derinliğini göstermektedir..
Ancaaak, devletlerin yönetiminde yönlendirici rol ve vazifeler alan kişilerin karizma veya beceriksizliği, her ne kadar önemli ise de, konuyu sadece ‘lider’ler açısından değil; daha geniş bir çerçeveden ele almak gerekir..
Yani, Bush’un son seçim hezîmetine, bir liderin şahsî yenilgisi olarak değil; sırf maddî güç ve zulmüne dayanıp haksızlığına aldırmayarak hareket eden bütün güç odaklarının ortak âkıbetleri açısından da bakmalıdır..
Kısa vâdede ise..
Bu yenilginin, Bush’un, ‘Amerika’nın alternatifsiz dünya liderliği’ iddia ve zannıyla yürüttüğü dış siyasetinde, özellikle de Müslümanların ekseriyette olarak yaşadığı coğrafyalarda ve hele de Ortadoğu siyasetinde her ne kadar derin etkilerinin olacağı düşünülse bile, Bush’un geri adım atmasını beklemek yanlış olabilir.. Çünkü, (kişilerin zekâ seviyesini belirlemekte kullanılan ölçek olan) IQ (ay-qu)’su itibariyle, üzerinde Amerika’da da sürekli tartışmalar yapılan ve kanûnen 3. bir dönem için daha seçilmek gibi bir derdi de olmayan bir Bush’un, etrafını kuşatan Amerikan yahudi lobisinin en seçkin beyinlerinden oluşan ve ‘Neo-Con’ (Neo Conservative / Yeni muhafazakâr)lar denilen ekip tarafından öyle kolayca terkedilmeyeceği tahmin edilebilir.. ‘Gelecekte, başka bir Amerikan Başkanı’nı bu derecede etkilemek imkânını bulamıyabilecekleri’ni hesab eden ‘Neo-con’ların, Bush’un son iki yıllık başkanlığını da tepe-tepe kullanmak isteyip onu nice çılgın atılımlara sürüklemesi mümkündür.
Nitekim, daha evvelki gün, ‘İsrail’in, İran’a saldırması halinde bunu anlayışla karşılayabileceğini’ açıkça söyleyebilen bir Bush vardır karşımızda.. İsrail rejiminin Filistin’lilere, hem de kullanılması yasak olan ‘beyaz fosfor’ veya ‘seyreltilmiş uranyum’lu, küçük çaplı nükleer silahlarla saldırılarını arttırması da bu yüzden..
Bush’un yeni çılgınlıkları, geleceğin Amerikan Başkanı’nın önüne de, içinden çıkılması zor, çetrefilli tablolar bırakabilecek boyutta da olabilir.. Başkanlığının bugüne kadarki bütün iktidarını ‘terörle savaş’ adı altında, ‘İslam ve Müslümanlarla savaş’a ayıran bir kişi, bu mücadeleye yeni boyutlar kazandırabilir..
Elbette, iktidarının son iki yılına girmiş olan bir Bush’a fazla ümidi bağlamış ve yatırım yapmış gözükmemek için, kendilerini Bush’tan uzak durmak isteyecek olanlar da olabilir.. Nitekim, Amerikan dışsiyasetinin ‘Karanlıklar Prensi’ olarak nitelenenler içinden en ünlüsü olan Sav. Bak. -eski- Yard. Richard Perle, bu yoldaki ilk sinyali verenlerden... O, Bush’un Irak’ı işgalinin en hızlı savunucularından ve ‘şahinler’den iken, geçen hafta ‘Vanity Fair’ dergisine verdiği mülâkatta, bu siyasetin çöktüğünü ve bu neticeyi başlangıçta görememiş olduğunu; ‘Kâhin olabilseydim, bugün bulunduğumuz noktayı görebilseydim ve bana o zaman 'Irak'a girmeli miyiz?' diye sorsalardı, muhtemelen 'Hayır!’ Saddam Hüseyn'e karşı başka stratejiler düşünelim' derdim’ ifadesiyle, açıkça itiraf etmekte, bugün..
Ama, bu, bütün öteki ‘neo-con’ların da çılgınlıktan vazgeçip, böyle bir yılgınlığa sürüklenecekleri ma’nâsına gelmez. Nitekim, siyonist İsrail rejiminin, Gazze‘de ve Filistin’in diğer yerleşim birimlerindeki sivil halka karşı, en yasak silahlarla giriştiği ve ‘jenosid/ soykırım’dan başka bir şey olmayan son vahşî saldırganlıklarındaki cür’eti de, çaresizlik kıskacına kapılan ‘neo-con’ların olabildiğince bir şeyler yapabilme hırsından ilham almaktadır..
e-mail: [email protected]
(Haksöz-Haber - Perşembe, Kasım 09, 2006) |
|
Yukarı dön |
|
|
Turk_Ibrahim Uzman Uye
Katılma Tarihi: 15 ekim 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 340
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Seçimlere %40'lık bir katılım oranı.
abd+israil+ingiltere halkları
Oburist ve kendi zevkinin yaşamının rüyasında hülyasında bir halk o kadarki bir ara derginin biri anket yapmıştı hindistanı güney amerikada türkiyeyi suudi arabistanın komşusu bilen bir otist güruh.
Selahattin Amcam, Abdurrahman Dilipak misali döktürmüş. Ama ne yazıkki hepsi bir masal ve hikaye.
malzeme bol oldukça ve abd+israil+ingiltere halkları bu oldukça: neo-conlardan her an yeni bir katliam ve iran saldırısı bekleyiniz.
ortadoğunun yobaz ve akılsız halkları, çocuklar ve masumlar adına -din devleti/dini otorite/dinsel siyaset- kavramlarının peşini bırakmalı ve tamamen Bağımsızlık/insan hakları/Erdemli bir ortadoğu ve dünya temelli çıkış ve politikalar kurgulamalıdır. Milyonlarca Heinrich Böll ve Zülfü Livaneli'nin vicdanı hala kurumadı.
Yaser Arafat'ın da ölümünden sonra çocuklar ve anneleri daha çok ölmeye başlamıştır. Arafat zaten bunun için diskalifiye edilmiştir. Malzeme gerekir ki, İsrailli yobaz politikacı tüm Filistin halkına :"100 biner dolar verelim bosnaya göç edin" diyebilsin!.. Siyonizm şaha kalksın.
malzeme... malzeme...
her çocuğun ve her annenin kanında taliban, hamas ve hizbullah'ın kılıç izleri mevcuttur.
Zalimlerin barutlarının kimyası "yobazlık" malzemesi ile harç edilmekte ve acımasızlıkla çocuğa/anneye dönmektedir.
Ortadoğu halklarının potansiyellerini bir tek güç halinde birleştirip+kaynaştırıp, dünyaya mesajının ne olduğunun/ne olmadığının bilincinde, sömürgenin zulmün şiddetli düşmanı.... Keşke bir Muhammed'i.. Abdulhamit'i.. Mustafa Kemal'i.. Fidel Castro'su... Gandi'si.. olsaydı.-
İnsanoğlu nerdesin?
__________________ "Bak işte günler!Biz onları insanlar arasında dolandırır dururuz. Allah bu sayede iman edenleri bilecek, sizden tanıklar edinecektir."3:140
--BLOG--
|
Yukarı dön |
|
|
|
|